Hamile adam kız çocuk doğurdu
04/07/2008
10 yıl önce cinsiyet değiştirerek erkek görünümüne kavuşan 34 yaşındaki Thomas Beatie artık bir kız çocuğu babası
WASHINGTON - ABD’de 10 yıl önce cinsiyet değiştirerek tamamen erkek görünümüne kavuşan Thomas Beatie, sağlıklı bir kız bebek dünyaya getirdi.
Amerikan medyasında çıkan haberlere göre, kadın üreme organlarını muhafaza eden ancak aynı zamanda erkek görünümüne sahip, göğüslerini aldıran ve steroid tedavisi gören 34 yaşındaki Beatie, Oregon eyaletinin Bend kenti hastanesinde bebeğini doğurdu. ABD’nin popüler sunucusu Oprah Winfrey’nin televizyon programına katıldıktan sonra 'hamile erkek' olarak meşhur olan sakallı Beatie, "Çocuk, erkek veya kadın isteği değildir, insani bir arzudur. Ben istikrarlı bir erkeğim, bu değişmeyecek. Çocuk arzum her zaman vardı" diye konuşmuştu.
Cinsiyet değiştirme ameliyatlarının üreme sistemini etkilemediğini ve penis taktırmadığını ifade eden 34 yaşındaki Beatie, Winfrey'nin programında kendisini yadırgayıp eleştirenlere, "Herkesin doğurma hakkı vardır" demişti. Eski Havai güzeli Beatie’nin eşi Nancy Beatie, kocasının ismi gizli tutulan bir erkeğin spermiyle döllendiğini açıklamıştı. (aa)
GÖREVİMİZ TEHLİKE…
BİR GÖNÜLLÜ KOBAYIN KURUNTULARI
ÜSTÜN ÖNGEL
ÖYKÜ
Ön-açıklama:
Okuyacağınız metin, bir deneme-öyküdür. Yani bir tür olarak 'deneme' ile 'öykünün' bileşiminden oluşmuştur; aynı zamanda yazarının ilk kez giriştiği bir de-ne-me-dir de.
Yazıda, insana ait bilgilerimizin sınırlılığının genellikle farkında olmayışımıza bağlı olarak geliştirdiğimiz önyargıların dolaylı sorgulanması, 'geleceğe ait' bir karakterin yaşantısından bir kesit verilerek yapılmaya çalışılmıştır. Yazıdaki şahıs isimleri tamamen rastlantısal-kurgusaldır; fakat kişilikler ve mekanlar bilinçli-yarıkurgusal, besteciler ve besteler ise, yazarın bilinçli-öznel seçimiyle gerçektir.
***
Yatağa girdiğinden beri sıkıntıyla dönüp duruyordu. Bir türlü uyku tutmamıştı. Ertesi sabah Buenos Aires Merkez Doğum Kliniği'nde gerçekleşecek bir ilk deneye gönüllü olarak katılacaktı; üzerindeki gerginliği nasıl atacağını bilemiyordu. Yıllardır hayatını tek başına sürdürmüş, bağımsız yaşamış biriydi; günün birinde çocuk sahibi olmak isteyeceği hiç aklına gelmemişti doğrusu.
Düşünceler birbiri peşi sıra zihnini kavuruyor, bir iki saat de olsa uyumasına izin vermiyordu. Sabahki deney için zinde olması gerektiğini biliyordu, ama ne kadar çabalasa da üzerindeki sıkıntıyı atamıyordu. Saatine baktı. Sabahın ikisi. Zorlamanın yararı yoktu; yataktan kalktı.
Mutfak robotunun 'koyu kahve' düğmesine bastı; beş saniye içinde kahvesi hazırdı. Şekersiz ve kafeinsiz kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, müzik setine yöneldi. Artık sadece eski albümlere meraklıların evinde bulunan disk-çalara, nadide bir albüm yerleştirdi. Arjantinli besteci Lalo Schifrin'in 1970'lerde, "Görevimiz Tehlike" (The Mission Impossible) adlı TV dizisi için bestelediği parçaların en iyilerinin bir araya getirildiği bir derleme albümdü bu. Lalo Schifrin'in kendisinin yönettiği İsrail Senfoni Orkestrası'nın ana temayı çaldığı konserden canlı kayıtın da yer aldığı bu albümü, böyle sıkıntılı, gergin ve düşünceli anlarında dinlemeyi adet edinmişti. Bu müziğin, o dizide nasıl bir atmosfere karşılık geldiğini bilemiyordu ama –diziyi seyretme imkânı yoktu, nedense arşivlerde bulamamıştı–, zor bir konuya yoğunlaştığı anlarda kendisine müthiş yardımcı oluyordu. Coşkuyla şüphenin bir aradalığını hissettiriyor, bazen de yaşamın muzip yanlarını çağrıştıyordu.
Kafasını kemiren düşüncelerden biraz uzaklaşma umuduyla ve belki ilginç bir konu yakalarım diye bilgisayarını açtı; ertesi günün gazetelerinde yer alan haber başlıklarına şöyle bir göz gezdirdi. "Ilusiones" gazetesinin sabah baskısında yer alan bir haber hemen dikkatini çekti: "Köpeğiyle Cinsel İlişki Kuran Gencin Dramı". Haberin tamamını kopyaladı ve kağıda bastı. Oturma odasına geçti, deri koltuğa rahatça yayılarak kahvesinden bir yudum aldı. Okumaya hazırdı:
Önceki gün "Conversacion" parkının tenha bir köşesinde köpeğiyle sevişirken, günlük yürüyüşünü yapan yaşlı bir adam tarafından görülen ve park polisine ihbar edilen 16 yaşındaki genç, anne ve babası tarafından özel bir psikoloji kliniğine yatırıldı. .... Olayın yankıları devam ediyor. .... Gencin annesi olayın etkisinden hâlâ kurtulamamış bir halde gazetemiz muhabirine şunları söyledi:
“Kızımızın iyi yetişmesi için her tür çabayı gösterdik, nerede hata yaptığımızı bilemiyorum doğrusu. Hep yalnızlığı tercih eden bir kişiliğe sahipti. Fakat, geçen yıl yalnızlığını aşmasına yardımcı olur diye doğum gününde aldığımız köpeğiyle böyle şeyler yapacağını aklımızın ucundan bile geçirmedik. Klinikteki görevliler tedavi edebileceklerini, kızımızı iyileştirebileceklerini söylediler; umutla kızımızın sağlığına kavuşmasını bekliyoruz.”
Kliniğe teslim edilmeden önce gençle kısa da olsa konuşma fırsatı bulan muhabirimizin aktardıkları ise şöyle:
"Kendisine neden böyle bir ilişkiyi tercih ettiğini sorduğumda gayet sakin ve aklıselim bir görüntüsü olan genç şöyle cevapladı:
Yaşadığımı herkes basit bir fiziksel ilişki olarak görüyor ve kabul etmiyor. Oysa hayvanların da duyguları var. Ben onu can yoldaşım, hayat arkadaşım belledim. Bir keresinde, kalabalık bir caddede bayıldığımda, insanlar hiçbir şey yapmazken, o koşup yardım getirdi ve hayatımı kurtardı. İlişkimizi insanlara, hele anne-babama anlatabilmem ne yazık ki imkansız görünüyor. Şimdi de psikologların beni iyileştireceğini umuyorlar; hasta değilim ki iyileşeyim." [....]
Muhabirimizin daha sonra yaptığı araştırmada, ikisi de kısır olan anne-babanın, günümüzde artık yaygın bir şekilde uygulanan 'yapay dölleme'ye inançlarından ötürü karşı oldukları ve çocuklarını bir yaşındayken evlat edindikleri ortaya çıktı. Geleneksel değerlere önem veren bu anne-baba, günümüzde geçerliliğini iyice yitirmeye başlayan, cinsel ilişkinin sadece karşıt cinsler arasında olması, sadece bu çiftlerin çocuk sahibi olmaları gerektiği ve çocuğun ancak bu şekilde 'sağlıklı' büyüyeceği inancına sahipler. Dolayısıyla, cinslerin artık birbirinden ayırt edilmesinin neredeyse imkânsızlaştığı günümüzde, çocuklarını tamamiyle bir kız olarak yetiştirmek için azami çaba sarfetmişler. [....]
Daha sonra görüşlerine başvurduğumuz, yakın zamanda "Sınırların Ötesinde" adlı kitabı yayımlanan, 'bağımsız' psikologlardan Rosita Ferrer ise şunları ifade etti:
"Tüm bunlar bana yirminci yüzyılda eşcinsellerin maruz kaldıkları önyargıları hatırlattı. O zamanlar, eşcinsel ilişki kuranlara da bu gözle bakılıyordu, bir 'hastalık' olarak görülüyordu bu tür ilişkiler; oysa sonra ne olduğunu hepimiz biliyoruz, cinslerin birbirinden öyle kalın çizgilerle ayrılmadığı ortaya çıktı ve bu ilişkiler de 'normal statü' kazandı. Bu da, zamanla öyle olabilir. Fakat kabul edilmesi için epeyce zaman geçeceğe benzer; zira hayvanla ilişki, hayvanın söz hakkı olmadığı gerekçesiyle, temelde insanlararası ilişkiden farklı görünüyor. Şu an genci yargılamadan konuya eğilmemiz gerek. Bu ilişkiyi tercih eden insanların zorlukları göğüslemesine bir nebze de olsa yardım etmek için elimizden geleni yapmalıyız. Genç arkadaşımıza gelince... iyileştirmeleri mümkün değil, çünkü sorun, onda değil, onu iyileştirilmesi gereken bir hasta olarak görenlerde. Ailesi hakkında yeterli bilgiye sahip değilim, o nedenle şimdi daha fazla yorumda bulunmam doğru olmaz; fakat bu genç arkadaşa destek olmak gerektiğini savunuyorum. Bu konuda gazetenize de büyük sorumluluk düşüyor."
Disk bitmiş, odayı ağır bir sessizlik kaplamıştı. Daniel sıkıntıyla koltuktan kalktı ve pencereye yöneldi. Oturduğu sekseninci kattan, şehrin ışıkları sanki kasvetli bir başka gezegenin can çekişen ruhunu aydınlatmaya çalışıyor gibi göründü bir an. İç geçirdi.
Müzik setine yöneldi ve "Görevimiz Tehlike" diskini çıkardı, rafa yerleştirdi. Şimdi ne çalayım diye hiç düşünmeden, eli bu kez gene eski bir albüme uzandı; Charles Mingus'un "Epitaph" başlıklı albümüne. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru, artık ölüyor, kayboluyor diye koruma altına alınması gündeme gelen caz müziğinin önemli örneklerinden biriydi "Epitaph". Ne mutluydu ki, caz müziği ölmemiş, aksine özellikle Buenos Aires'te, değişik formlarda gelişmiş, tahminlerin ötesinde yaygınlaşmıştı. Geçenlerde "Mingus Caz Kulübü"nde yeni bir orkestranın "Epitaph"ın "Monk, Bunk & Vice Versa" adlı bölümünü farklı yorumlamasının verdiği haz ve heyecanı hâlâ taşıyordu içinde.
Atonal seslerle tonal seslerin bir aradalığını ustalıkla örnekleyen, ondokuzuncu yüzyıl senfonik bestelerini kaynak olarak kullanan, bir anlamda cazı yeniden yaratan ve cazın sınırlarını zorlayan bu müziğe şu anda şiddetle ihtiyacı vardı. Bireylerin yaşamlarını bu kadar dar kalıplara hapseden anlayışlar karşısında ne yapacağı üzerine kafa yorduğu anlarda –ki son zamanlarda bunu çok sık yaşıyordu– Mingus'un müziği derde deva olmasa da, zihninin canlılığını ve berraklığını korumak için çok yardımcı oluyordu. Kültürünün onu içine hapsetmeye çalıştığı sınırların ötesine geçebilmek için derin düşüncelere daldığında, birebirdi bu müzik.
Şimdilik büyük bir gizlilik içinde devam eden, gönüllü olarak katıldığı deney olumlu sonuçlanırsa neler olacaktı, kim bilir ne kıyametler kopacaktı. Düşünmek bile istemiyordu; baştan aşağı vücuduna iğneler saplandığını hissetti. Yıllardır bu zor şehirde, mavi gözlü bir zenci olması nedeniyle, insanların garipseyen ve şaşkın bakışlarını üzerinde toplamış olmak ve hâlâ da zaman zaman bunu yaşamak artık rahatsız etmiyordu. Fakat tarihte çocuk doğuran ilk erkek olduğunda alacağı tepkileri de şimdiden kestiremiyordu.
Bu deneyin sonuçlarının, doğal olarak her yönüyle tartışılmasını bekliyordu; örneğin, böyle bir olgu karşısında klasik 'anne' ve 'baba' kavramlarının yok olacağı, çocuk yetiştirmeyle ilgili, zaten son yıllarda oldukça sarsılan görüşlerin tamamen ortadan kalkacağı, birçok açıdan tartışılacaktı. Belki 'çocuk gelişimi', 'aile' ve 'cinsellik' üzerine kitapların yeniden yazılmaları gerekecekti. Bu tartışmalardan korkmuyordu. Korktuğu, genelde insanların göstereceği tepkilerdi; özellikle klasik ailelerin böyle bir şeyi nasıl karşılayacağını bilemiyordu. En korktuğu da, birtakım tutucu bilimcilerin kendisini ve bu deneyi gerçekleştirecek öncü doktorları lanetlemeleri, bu deneyin genel bir uygulamaya dönüşmesine engel olmaları, hatta kim bilir, yasaklanması için kamuoyu oluşturmalarıydı. Bunları göğüslemek için yeteri kadar güçlü olmadığını hissediyordu.
Gerçi hayatı hep bu tür mücadelelerle geçmişti. Lisede zenciliği, üstelik mavi gözlü oluşu sürekli sorun yaratmıştı. Sonra cinselliğini keşfettiğinde, karşı cins onu pek çekmemiş, hemcinsleriyle ilişki kurmayı tercih etmişti. Neyse ki bu tercihi büyük bir sorun yaratmamıştı, zira son yıllarda cinselliğin sadece karşıt cinsler arasında 'fiziksel bir ilişki' olmadığı yaygın bir şekilde kabul edilmeye başlamıştı. Gene de hâlâ bazen insanların kötü gözle baktıklarına şahit oluyordu. Zamanla bu da geçecekti belki. Fakat gözünde bir canlandırdı, ana caddede karnı burnunda yürüyor olduğunu, o zaman ne olacaktı? Ama hayır, böyle bir şey olmayacaktı ki; deney başarılı olursa, hamileliğinin son aylarında gizli bir klinikte sürekli gözetim altında bulunacaktı. O yüzden bunları dert etmesinin gereği yoktu şimdi.
Dert ediyordu işte, elinde değildi. Nasıl dert etmesindi ki? İşte annesinin, kendisini yetiştirirken çektikleri ortadaydı. Tanımadığı birinin yıllarca önce dondurulmuş spermini kullanarak 'yapay dölleme' yoluyla hamile kalmıştı. Evlenmek, çift olarak yaşamak istememişti hiçbir zaman. Çocuğun, tek ebeveynle büyümesinin sakıncalı olduğundan, bu hamilelik yöntemi ile soy, secere diye bir şey kalmayacağına kadar birçok konuda kadıncağızı taciz etmişti yakın çevresi. Oysa, yetişmesi, toplum müsaade ettiği ölçüde huzur içinde olmuş, annesi ile mutlu bir hayat geçirmişlerdi. Toplumun ona sık sık hatırlatmasına rağmen, hiçbir zaman 'baba' ihtiyacı duymamıştı.
"Ahh, şimdi yanımda olsa beni desteklerdi," diye düşündü Daniel. Annesini önceki yıl kaybetmişti. Belki de bu deneye cesaret edişinin, çocuk sahibi olmak isteyişinin, annesini kaybetmiş olması ile de bir ilişkisi vardı. Bilemiyordu. Hiçbir şeyden emin değildi. Emin olduğu tek şey, çocuk istediğiydi.
Tüm kaygılardan arınabilse ne iyi olacaktı. Toplumun nasıl karşılayacağını, ne düşüneceğini, başına neler geleceğini dert etmese... Sadece kendi seçimi vardı işte; neden bu kadar kuruntu yaratıyor, insanların tepki göstereceklerini sanıyordu ki? Kafasından atabilse bunları, bir iki saatliğine de olsa uykuya alabilse...
Yapılacak deney-operasyonun birtakım komplikasyonlar yaratabileceğini bile dert etmiyordu; aklı fikri alacağı tepkilerdeydi. İşte gazete haberi önündeydi; hâlâ insan yaşamı (ve cinselliği) belli kalıplar içinde değerlendiriliyordu. Kaç tane Rosita Ferrer vardı ki bu toplumda?
Bu düşünceler zihninde cirit atarken, göz kapaklarının iyice ağırlaştığını hissetti. Müziğin sesi giderek uzaklaştı... koltuğun üzerinde uyumak üzere olduğunun farkındaydı... burada uyumasa daha iyiydi... ama kalkıp yatak odasına gidecek gücü de bulamadı, sadece zihni değil, tüm bedeni yorgun düşmüştü...oracıkta uykuya daldı...
1994 Yılında İngiltere’deyken yazıldı, daha sonra Kaos GL dergisinde yayımlandı ( Şubat-Mart, 2000, Sayı 2, Sayfa:15-16)
Sayfamızı Paylaşın
|
Sayfa Yorumları
Yorum Bırakın