Cinayet Gibi...

2006-12-07 / güncel /   / 0 Yorum /
27 Kasım 2006, Adana     Memleketin karmakarışık köşelerinden birinde –Adana’da– yine tutunamayan, tutunmaya çalıştığı dallar çatır çatır elinde kalan bir kız 15 yaşında elveda dedi dünyaya, ardında bir dolu mektup ve hüzün bırakarak…

Mesleğin sadece görüneni kaydetmek olduğunu sananların muhabirlik ettiği gazetelerde bir kuru habere dönüştü Ebru. “Tımarcılar” psikolog kılığında, ilaçla müdahale psikolojik destek adı altında yer buldu bu haberlerde (dipnotlara bakınız).
Vardır belki fiyakalısı ölümün, vardır belki yakışanı. Ebru’ya hiç yakışmadı ama. O yaştaki bir gence, hele ki böylesi bir ölüm.
Zararlı Yardım
İntihar düşüncesinin yaşamın bir anında ziyaret etmediği kimse var mıdır acaba? İntihar etmek başka ama, kolay mı öyle kendini atıvermek öbür tarafa? Bu düşüncelerden kurtulmak için profesyonel yardım aldığınızda ise (bu kişi “tımarcı”dan başka kim olur), intihar düşüncesinden değilse de girişiminden uzaklaşmanız beklenir, öyle değil mi? Oysa başkası değil, bizzat yardım için başvurduğunuz “tımarcı” intihara itiveriyor sizi. Üstelik bunu çoğu zaman bile bile yapıyor. O ilaçların, özellikle 18 yaşından küçüklerde intihar eğilimini arttırdığını bilerek yazıyor o karanlık reçeteyi. Eğer bu riskin varlığından haberdar değilse de, özrü kabahatinden büyük denmeli herhalde.
Araştırmalar son yıllarda, başta İngiliz psikiyatrist David Healy'nin araştırmaları, intihar eğilimini azaltacak diye verilen antidepresanların, aksine intihar eğilimini arttırdığını gösteriyor. Özellikle söz konusu antidepresanların alındığı ilk haftalarda bu risk en üst düzeye çıkıyor. Tam da bu nedenle bazı ülkelerde 18 yaşın altında kullanımına ciddi sınırlamalar getirilirken, İngiltere’de 18 yaşın altında tamamen yasaklandı. Şimdilerde 18 yaşın üzerinde kullanımıyla ilgili riskler de tartışılıyor. (Bu yazıyı tamamladığım sıralarda Amerikan Gıda İlaç Dairesi –FDA– bu antidepresanların içerdiği intihar riski nedeniyle 25 yaşında altında kullanımına ciddi sınırlamalar getirme kararı alıyor.)
Bizim “tımarcılar” ise, ne o gence ne ailesine ilacın böylesi bir ters etki riski olduğu bilgisini vermeye gerek bile duymuyor, üstelik bir çırpıda reçete ediveriyor ilacı. “Bir çırpıda” diyorum, zira o gencin içinde bulunduğu durumu ayrıntısıyla değerlendireceklerine, kimi zaman 15-20 dakikada teşhis koyuveriyor ve reçeteyi tutuşturuyorlar ailenin ve gencin eline.
Asgari meslek ahlâkına bile uymuyorlar yani. Oysa herhangi bir ilacın olası yan etkilerini, olası ters etkilerini ilacı verdiği kişiye bildirmeleri gerekir (yan etkilerle ters etkiler aynı değil; yan etkiler, bir ilacı alırken bazı küçük olumsuz etkileri belirtirken –antibiyotik aldığınızda ishal olmanız gibi–; ters etkiler, ilacın düzeltmeyi amaçladığı sorunu daha alevlendirmesi anlamına geliyor –ülser için ilaç aldığınızda ülserinizin daha da kötüleşmesi gibi).
Antidepresanlarda da bu ters etkiler üst düzeyde. Yani bir şeyi düzelteceğine daha kötüleştiriyor. İntihardan uzaklaştıracağına intihara yaklaştırıyor. Cinayet gibi. Bunları bile bile veriyorsanız taammüden cinayet, bilmeden veriyorsanız kasıtsız cinayet. Her iki durumda da cinayet işte!
Antidepresanlar ve İntihar Riski
Nasıl oluyor da ilaç böyle bir ters etkiye yol açıyor diye soracak olursanız, anlatayım kısaca:
İntihar düşüncesi ve eğilimi, adına “depresyon” (çöküntü) dedikleri duygusal-düşünsel hal içindeyken artıyor. Bu karamsar, isteksiz, çaresiz, karmaşık duygusal-düşünsel hal içindeki bireyin, dünden bugüne yaşam koşullarına ve deneyimlerine yakından baktığınızda (sadece yakın geçmişine değil, tam anlamıyla dünden bugüne yaşadıklarına ve deneyimlerine bakmanız gerek), ciddi bir sıkışmışlık görüyorsunuz. Buradan “çıkış yok” diyor kişi kendi kendine. Yok işte, yok, lanet olsun. Çıkış olmadığını düşününce de tam geri çekiliyor, hiçbir şey yapamaz oluyor, intihar düşüncesine kapılsa da, eyleme dönüştüremiyor. Hareketsizleşiyor tam anlamıyla.
İşte tam bu noktada ilaç devreye giriyor ve tuhaf şeylere yol açıyor ilk haftalarda:
Bir, ilaç yapay bir enerji veriyor kişiye, harekete geçiriyor kişiyi. Harekete geçecek ama anlamlı bir edim gerçekleştirmesi için gerekli asgari koşulların hiçbiri yok önünde, ona anlamlı gelecek hiçbir şey yok. Hiçbir şey değişmemiş hayatında, ya da hayata bakışında değişen hiçbir şey yok. Tek bir şey var ama. İntihar. Zaten intihar düşüncesi hepten kaplamış tüm zihnini, harekete geçirici (yapay) etki oluştuğunda, o da tutuyor bunu yapıyor.
İkincisi, ilaç, serotonin safsatasına bağlı olarak güya duygu düzenlemesi yapacak ya, duygu düzenlemesi diye duygu karmaşası içindeki kişiyi ciddi düzeyde duygusuzlaştırıyor (altta duygu-düşünce karmaşası sürüyor ama). Küntleşme de denebilir buna. Dolayısıyla, daha önce düşünüp de bir türlü yapamadığı şeyi –intiharı–, duygudan uzak bir robot gibi gerçekleştiriveriyor.
Bu iki durumla ilintili bir de teknik jargonda “akathisia” dedikleri durum oluşuyor. İlacın yapay enerji veriyor olduğunu söyledim ya, bu bir tür kendini durduramamaya dönüşüyor. Duygusuz bir robot gibi hareket eden ve bunu durduramayan, kontrol edemeyen kişi, tam anlamıyla intihara itilmiş oluyor.
Ebru da böyle cinayete kurban gidiyor işte. Dünyayı terk ettiği gün, belirgin bir işaret vermeden, “soğukkanlılıkla” (“duyguSUZ”) dama çıkıyor ve atıveriyor kendini boşluğa.
Ebru, evdeki birtakım endişe uyandıran tavırları nedeniyle anne-babasının kararıyla götürülmüş “tımarcı” Murat Eren Özer’e (Adana’da Özel Nobel Tıp Merkezi’ne). Kısa bir görüşme sonrası tımarcımız antidepresanı reçete edivermiş (Eczacıbaşı’nın piyasaya yeni sürdüğü “Eslorex”). Daha kötüsü, antidepresanın yanı sıra, aslen epilepside kullanılan, ama yakınlarda “depresyon” ve “mani-depresyon” durumlarında ve ancak diğer ilaçlardan sonuç alınmadığında verilen bir ilaç daha (Lamictal) reçete edilmiş, duygu düzenlemesi adına. Daha da kötüsü, verilen antidepresanın 18 yaşın altında kullanımının örneğin İngiltere’de yasaklandığını belirtmiştim ya yukarıda, bu diğer ilacın da Amerika’da 16 yaşın altında kullanımı yasak. Biri yetmiyormuş gibi, duble kötülük yani!
Cinayetlerin Sonu Gelir Mi?
Biliyoruz ki, bu gibi durumlarda, özellikle çocuklarda ve gençlerde, saf psikolojik yardım çok etkili. İlacın faydası yok, daha kötüsü ciddi tehlikeleri var. Üstelik yıllardır hem ilaç hem “terapi” en etkilisi deniyordu, fakat bunun da doğru olmadığı gösterildi. Yakın tarihli araştırmalar, sadece psikolojik yardımın en etkili sonuçları verdiğini gösteriyor. Dahası “terapi” diye uygulanan “şey”, psikolojinin en mekanik örneği iken bile, bu olumlu sonuçlar alınıyor. Esaslı bir psikolojik yardım sunulsa alınabilecek olumlu sonuçları siz hayal edin!...
Peki bu cinayetler biter mi? Yakın gelecek için, Türkiye için iyimser olmamız mümkün değil.
“Tımarcı”ların adam olacağı yok. Psikiyatrinin insana bakışındaki temel büyük zaafların “tımarcı”lardaki izdüşümleri çok derin. Buna bir de asgari meslek ahlâkına bile uymayışları eklenince durum daha da vahimleşiyor (psikiyatrinin bu büyük zaaflarına karşın şu asgari ahlâkı sergileseler bile verdikleri zarar azabilir).
Psikologlar ise derin uykuda. Ellerindeki etkili yaklaşımları savunmaktan bile acizler, bırakın psikiyatrinin yanlışlarına dikkat çekmeyi. Korkarlar bir de. İntihar sözcüğünü duyar duymaz korkudan ne yapacaklarını şaşırırlar. İnsanları psikiyatriden korumaları beklenirken, bizzat kendileri yönlendirirler psikiyatriye (ne denebilir ki, “satılık ‘bilim’” işte!...). Çünkü intihar eğiliminin ilaçsız ortadan kalkamayacağı öğretilmiştir onlara. Araştırma sonuçlarını takip etmezler, okumazlar, okusalar bile eski öğretiye boyun eğerler. Üstelik depresyon “hastalıktır” ve hekim kontrolü gerekir (hep böyle öğretilmiştir). Eğer öğretiye göre hareket etmezlerse, yani kendi başlarına bu intihar eğilimli kişiye yardımcı olmaya kalkışırlarsa, maazallah o kişi de intihar ederse, meslek hayatları bitebilir. “Tımarcı” elinde bu intihar gerçekleştiğinde bir şey olmaz ama, “tımarcı” kendini çok rahat savunabilir. “Yasal” ilaçları verdim, yanlış bir şey yapmadım ki, der çıkar işin içinden.
Yine de, bir şey çıkmayacağını bile bile suç duyurusunda bulunuyorum burada. O “tımarcı” büyük olasılıkla “şeyini” kurtarır, ilaç firmasına dokunamaz kimse… ama belki, belki, birilerinin dikkatini çeker de en azından bu ilaçları o kadar rahat reçete etmezler. Hatta belki İngiltere örnek alınır da yasaklanır bu ilaçlar.
Ve yine de umutsuzluğa kapılmadan, bir kişi bir kişidir diyerek anlatmalı insanlara doğruyu yanlışı, üç kişiye de ulaşsa, bilgiyi iletme sorumluluğunu kaybetmeden...
Unutmayalım, çocukların, gençlerin tüm sorunları, küçük büyük tüm sorunları saf psikolojik yardımla başarılı bir şekilde çözümlenebilir. Başka Ebru'lar olmasa, başka cinayetler yaşanmasa bu ülkede. Keşke.
---
Notlar:
1) Anglo-sakson kültürde, bilhassa Amerika’da psikiyatristlere “shrink” denir. “Çekmek, büzmek, küçültmek, daraltmak”, anlamı taşır “shrink”. Nasıl kumaş yıkandığında “çeker, kısalır”, öyle bir şey işte. Psikiyatristlerin işlevi de neticede karşısına çıkan kişinin, içinde yaşadığı çevreye/ortama uyum sağlaması adına kendi dünyasından vazgeçmesini, büzülmesini sağlamaktan başka bir şey değildir. Psikiyatriste gittiğinizde, sorunun kaynağıyla ilgilenilmez, bir kalıba girmeniz, “istenmeyen” duygularınızdan kurtulmanız istenir, bu da ilaçla sağlanır. İlaç sizi duygusuzlaştırır, duygusuzlaşınca da sorun ortadan kalkmaz ama sorunu hissedişiniz azalır, değişir. İlacı bıraktığınızda (bırakabilirseniz, bırakmanıza izin verilirse), duygu karmaşanız aynen (hatta artmış bir şekilde) ortaya çıkar. “Büzülmeniz” haliyle bir işe yaramamıştır. İşte Türkçede “shrink” için uygun bir karşılık ararken, “tımarcı”yı buldum. Halk “akıl hastanesine” “tımarhane” der öteden beri, psikiyatristlere de “tımarcı” denmesi uygun olsa gerek diye düşündüm.
2) Halkın geneli de, eğriyi doğruyu çoğu zaman birbirine karıştıran gazetecilerimiz de, psikiyatrist kimdir psikolog kimdir bilmiyor. Haberlerde çoğu zaman psikiyatrist yerine psikolog, psikiyatrik müdahale yerine psikolojik tedavi veya destek sözcüklerine başvuruluyor. Ebru’yla ilgili haberlerde de bu böyle oldu. Sabah gazetesini örnekleyeceğim: Türkiye baskısında Ebru’nun “psikolojik destek” aldığı yazılmış. Yine Sabah’ın aynı gün Güney ekinde, “psikolojik tedavi” deniyor, manşetten girilen haberin alt başlığında da Ebru’nun “psikologa gittiği” vurgulanıyor. Dahası, görüşüne başvurulan bir psikiyatrist, “psikolog” olarak tanıtılmış. Oysa Ebru hiç psikologla, psikolojik yardımla karşılaşmamış. Hoş, karşısında psikolog bulsaydı da pek bir şey değişmeyecekti; yukarıda yazı içinde değindim, psikolog da intihar eğilimini duyduğunda o kişiyi hemen psikiyatriste ve ilaca yönlendirecekti. Fakat yine de en başta gazetecilerin bu iki uzmanlık alanını birbirine karıştırması affedilir bir şey değil. Hay allah, bu dipnotu yazıyor olduğum akşam, CNBC-e’de “Without a Trace” (İz Bırakmadan) adlı diziyi seyrediyorum ve dizinin çevirmeni “shrink”i (psikiyatristi) alt yazıda “psikolog” diye çeviriveriyor.

 

Sayfamızı Paylaşın


Sayfa Yorumları

Yorum Bırakın