Mesih, o. İster inanın, ister inanmayın. Üç kişi, beş kişi, müritleriyle yoluna devam edecek. Nereye varacağını kendisi de bilmiyor, bilmesi de gerekmiyor. Seçtiği yaşam yolu, nihayetinde onu bağlar, kime ne?
4 Aralık 2000, Adana (30 Aralık 2000'de Cumhuriyet Bilim Teknik'te yayımlandı.)
Mesih, o. İster inanın, ister inanmayın. Üç kişi, beş kişi, müritleriyle yoluna devam edecek. Nereye varacağını kendisi de bilmiyor, bilmesi de gerekmiyor. Seçtiği yaşam yolu, nihayetinde onu bağlar, kime ne?
Din tarihinde 6000 civarında deccal (yalancı mesih) varmış. Muazzam bir rakam. İslam tarihi ile sınırlı baktığınızda yıl başına 4, hristiyanlık tarihine baktığımızda yıl başına 3 deccal düşüyor. Hasan Mezarcı da, yıllık 3-4 kişilik kotayı dolduruyor olsa gerek.
Görüntüden İçeriğe
Yeni görüntüsü pek eğlenceli. Altın sarısı, tepeden tırnağa, saçından giysisine. Çağ, ne de olsa imaj çağı; öz veya içerik kimin umrunda, görüntü her şey demek. Lâkin, Mezarcı'nın görüntüsü, maskesi değil; herhangi bir şeyi kamufle etmeye çalışmıyor. Çıplak aslında, çok naif. İslamı sarsıyor baştan aşağı, belki pek de farkında olmadan. O yüzden de islam/din bekçilerinin hışmına uğruyor. Neredeyse dile getirdiği her şey, islamın yumuşak karnına saplanan oka dönüşüyor. Nitekim kutsal kitabın tartışılmasına kadar varıyor iş; islam alimleri, kuran'daki ifadelerin farklı farklı tefsirlerini çıkarıyorlar milletin karşısına. Ne çok yoruma açık ifade barındırıyormuş kutsal kitap, ne çok anlaşılmaz ifadelerle yüklüymüş, hep birlikte görüyoruz.
Oldukça mantıklı söyledikleri Mezarcı'nın, yani kutsal kitapların (kuran ve incil'in) insana sunduğu bilgi bağlamında değerlendirdiğimizde, oldukça mantıklı. Değil mi ki bir mesih bekleniyor, değil mi ki insanlığı kurtaracak birisi bekleniyor, işte bir fani çıkıyor ve ben O'yum diyor. Mezarcı'nın kendisinin O olduğunu ispat etmeye hiç ihtiyacı yok; bilakis, islamın/dinin bekçilerinin Mezarcı'nın O olmadığını ispat etmeleri gerekiyor. Mezarcı rahat, inanan inansın diyor, kestirip atıyor. Zira, din ve dolayısıyla mesih olgusu, hem Mezarcı'nın, hem islam bekçilerinin (örneğin profesörümüz Zekeriya Beyaz'ın, diyanet başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz'ın) aynı şekilde teyit ettiği üzere, akılla kavranamaz. E akılla kavrayamıyorsanız, bir şeyin var veya yok olduğunu da iddia edemezsiniz. İnanıyorsanız vardır, inanmıyorsanız yoktur, o kadar.
Mesih, o. İster inanın, ister inanmayın. Üç kişi, beş kişi, müritleriyle yoluna devam edecek. Nereye varacağını kendisi de bilmiyor, bilmesi de gerekmiyor. Seçtiği yaşam yolu, nihayetinde onu bağlar, kime ne?
Olur mu "kime ne"?
Profesörümüz Zekeriya Beyaz, bir örnek sadece. Mezarcı'yı, mezara (tımarhaneye) yollamaya kararlı. Ama çelişkili. Hem diyor ki, gayet makul ve mantıklı konuşuyor, hem bu adamın psikiyatrik tedaviye ihtiyacı var. İlahi sevgili Beyaz hocam, niye tedaviye ihtiyacı olsun ki, adamın aklı başında, kutsal kitaba da uygun konuşuyor üstelik. Hem "aklı başında olmasa" kime ne; kime ne zararı var, onun (veya herhangi bir sade vatandaşın) tedaviye ihtiyacı olduğunu düşünmek kimin üzerine vazife?
Kimse, ama hiç kimse, kendisi istemediği takdirde psikolojik yardıma tabi tutulamaz, "rahatsızlık" subjektif olarak o kişinin değerlendireceği bir haldir, ötesine kimse karışamaz. Rahatsızlık hissediyorsa halinden ve uzman veya uzman olmayan birinden yardım da istiyorsa, ancak o koşulda psikolojik yardım sunarsınız, ama bunu da yargılamadan, etiketlemeden yaparsınız. Herkes, ama herkes, yaşamının en az bir anında, saçmalamıştır, Mezarcı da, diyelim saçmalıyor olsun; sadece bunu demeniz, bunu vurgulamanız, sadece Mezarcı'nın iddialarını çürütmeniz yetmiyor mu? (Sahi neden çürütemiyorsunuz iddialarını?) Adam deliyse, veya halktaki basmakalıp yargıları aynen alıp çoğaltan kurumsal psikiyatrinin pek verimli örneği Arif Verimli'nin sizin de yüreğinize su serpen yorumuyla, adam "aklen hastaysa" ve tedaviye ihtiyaç duyuyorsa, ne diye saatlerce oturup adamın dediklerini tartışıyorsunuz ki? Bırakın adamla psikiyatri ilgilensin, zaten saniye sektirmeden basın yayın organlarında boy gösterip adamın psikiyatrik hastalığını teşhis ettiler, havale edin onlara, olsun bitsin.
Yok, içiniz rahat etmez, orada bırakamazsınız. Zira, çok açık bir şekilde vurguladınız, adam islamı tehdit ediyor, tüm islami değerlere aslında dil uzatıyor (laik kesim, siz uyuyun hâlâ, önünüzde, islamı her haliyle silkeleyecek bir örnek var; islam bekçileri ayağa kalktı, siz ne yaptınız, oyuna gelip adamın meczupluğunu öne çıkarmakla meşgulsunuz; adam tüm islami dünyaya "zulmedici" diyor, o nedenle Almanya'dayım diyor, siz seyrediyorsunuz), dolayısıyla, bir an evvel tedavi edilmesi ve halkın yanlış yöne sevkedilmemesi gerekiyor. Yahu, hem "aklen hasta" diyeceksiniz, hem de bu kadar korkacaksınız, nasıl oluyor, bir anlayabilsem!
Yağma yok
Bakın, ama iyi bakın, komunist rejimi yıllarca uygulayan Sovyetler Birliği'nde, yüzlerce, belki de binlerce rejim aleyhtarı, sırf sisteme karşılar diye, yıllarca tımarhanelere kapatıldılar, kapitalist rejimi uygulayan Amerika Birleşik Devletleri'nde, sanatçılar, sadece topluma/sisteme aykırı düşünceleri nedeniyle tımarhanelerde yıllarını geçirdiler. Hasan Mezarcı'yı da sırf sisteme, hakim değerlere dil uzatıyor olduğu için tımarhaneye mi kapatacaksınız? Yağma yok, yapamayacaksınız. Psikiyatrinin verimli uzmanlarının da verimsiz uzmanlarının da gücü yetmez artık bunu yapmaya. Gücü yetmez, zira, onlar gündüz düşlerinde istedikleri kadar, anti-psikiyatrinin miyadının dolduğunu zannetsinler, yani kırk yıldır Batı'da varlığını güçlenerek gösteren ama taşra zihniyetinin hakim olduğu Türkiye'ye bir türlü uğrayamayan anti-psikiyatrinin bittiğini söylesinler, artık sade vatandaşım da yavaş yavaş uyanıyor.
Ama gene de güçlüsünüz, iktidar sizin elinizde. Beyaz hocam, Verimli'yle ne güzel de bir ikili oluşturdunuz. Biriniz halkta zaten çok yaygın olan basmakalıp yargılarınızı ifade ettiniz, diğeriniz, uzman kimliğiyle bu basmakalıbı aynen alıp çoğalttı. Zaten yıllardır, yani yüzyılı aşkın bir zamandır, psikiyatri bu yüzden bu kadar güçlü; halkın şaşmaz desteği var arkasında. Nasıl, ebeveyn çocuğunu öğretmene teslim ederken eti senin kemiği benim diyorsa ve dayak atmasını teşvik ediyorsa (bir araştırma sonucu: öğretmenlerin beşte üçü dayağa başvuruyor!) ve öğretmen de aldığı bu destekle bu kültürel iklimde derslikte/okulda iktidarının keyfini sürüyorsa, psikiyatristlerin de durumu aynen böyle. Kendi ellerimizle, beyinlerini çatlattığımız evlatlarımızı psikiyatriste, elektroşoka, ilaca, tımarhaneye teslim ediyoruz. Psikiyatrist de kendisinden isteneni her daim yerine getiriyor; o kişiyi etiketleyerek, zorla tedavi etmeye kalkışarak, tımarhaneye kapatarak, toplumsal normların ve sistemin bekçiliğini pek güzel üstleniyor. Bilimsellik, uzmanlık, işin kılıfı.
Fakat, bu kırılıyor. Belki, tahminimden de büyük bir hızla kırılacak. Batı'da, açık sistemlerde, bu kırılmakta; psikiyatriye itirazlar, sadece itirazlar değil, alternatif ve hümanist yaklaşımlar çoğalıyor. Bunun da öncülüğünü, birileri yapıyor; Batı'da psikiyatrinin bizzat içinden de çıkıyor öncüler, dışından da, Türkiye'de ise ne içinden, ne dışından.
Heccav, Hacı Cavcav
Hacivat'la Karagöz'ün eğlenceli diyaloglarını hepimiz biliriz. Hacivat, güya akıllı olandır. Karagöz'ü eğitmeye çalışır durmadan. Ama, her seferinde Karagöz'ün lafı tersinden algılayan tutum ve tavrıyla uğraşmak zorunda kalır. Karagöz, aynaya tuttuğunuzda bir cisim nasıl aksini gösterirse, Hacivat'ı silkeleyerek "doğrunun" pek de öyle göründüğü gibi "düz" olmadığını anlatır herkese. Tabii, anlayana. Sık sık da, Hacivat'a Hacı Cavcav diye seslenerek, deyim yerindeyse, "kafa bulur".
Uzatmayacağım, heccav (hicveden) kim, hacı cavcav kim, hatta bu hikâyede belli gibi görünse de, deccal kim, bunları okurun imgelemine bırakıyorum.
Sağlıcakla kalın,
Üstün Öngel
Sosyal Psikolog
e-posta: uongel@cu.edu.tr
Sayfamızı Paylaşın
|
Sayfa Yorumları
Yorum Bırakın