Erken yaşta “Otizm” denen şeyi nasıl yeneriz?
Otizm denen şeyle yıllardır ilgileniyor olmakla birlikte öncelikli konularım arasına almadım.
Bunun iki temel sebebi vardı:
1) “Hiperaktivite” denen ve giderek yaygınlaştırılan konu daha büyük sayıda çocuk ve aileyi ilgilendiriyor olduğu için ilk sıraya koydum ve zamanımın önemli bir kısmını buna ayırdım.
2) Çocuklarındaki çeşitli gelişim sorunlarıyla ilgili bana başvuran ve bilgim-donanımım ölçüsünde yardımcı olduğum ebeveynler arasında, iletişimde ve dolayısıyla birlilkte çalışmakta en zorlandıklarım çocuklarına “otizm” teşhisi konmuş çocukların anne-babalarıydı.
Fakat ilk cümlede dediğim gibi yıllardır ilgilendiğim ve araştırdığım bir konu olmaya devam ediyor. Yıllar önce seyrettiğim bir BBC belgeseli bu ilgimin keskinleşmesinde önemli bir etki yarattı (Amerika’da kendi çocuklarında, ömür boyu bu durum sürecek diyen hiçbir uzmanı dinlemeyip, kendi başlarına başarıya ulaşan bir çiftin oluşturduğu “Son-Rise” programını anlatan “I Want My Little Boy Back / Küçük Oğlumu Geri İstiyorum” belgeseli).
Yakın zamanda ise üst üste küçük çocuklarını (4 yaşın altında çocuklarını) bana getiren aileler oldu ve çok önemli bir şey yakaladığımı düşünüyorum (başlığa yerleştirdiğim “pasif irade”); bunu vakit geçirmeden paylaşmak istedim.
Bir Oksimoron
Pasif İrade, spontan bir şekilde ortaya çıkıverdi. Herhangi bir yerde rastlayamazsınız. “Bilimsel” denen yayınlarda filan aramayın boşuna. Olgu önümde duruyor ve tekrar tekrar ben buradayım diyordu ve bana da adını koymak kaldı. Bir “oksimoron” aslında “pasif irade”.
Oksimoron da nedir diye sorarsanız eğer: Yan yana gelmeyecek iki kelimenin yan yana gelmesi. Yıllar önce bir yazının başlığında kullandığım “zararlı yardım” böyle bir şey örneğin. Yardım insana iyi gelmeli değil mi? Aksine zararlı olabiliyor. Örneğin, psikiyatrinin sunduğu insana zarar veren bir yardım uygulaması.
Başka bir örnek. Aksiliğin güzeli olur mu? Geçen hafta başımdan geçen bir şeyi tanımlarken “güzel aksilik” deyiverdim. Arabamı basit bir konu için servise götürmüştüm, serviste işim bitip tam çıkarken arabadan dumanlar yükselmeye başladı. Servis binasından çıkmış ama ana caddeye henüz çıkmamıştım. Krank kasnağı denen parça miadını doldurmuş, duman oradan geliyormuş. Hemen değiştirdiler. Ertesi gün uzun yola çıkıyordum işin kötüsü. Yolda kalacaktım büyük ihtimalle. Özetle, bir aksilik olacaksa bundan daha iyi bir yerde olamazdı. “Güzel aksilik” deyiverdim ben de.
Uzattım, pasif iradeye gelelim… İrade pozitif bir kavramdır. Biz Türkiye’de daha çok bir şeyi yapmamak için kullanıyoruz (alkolden uzak durmak, sigarayı bırakmak, kilomuzu kontrol etmek vb), ama bir şey yapmamak için olduğunda da pozitif bir kavramdır irade. Aktif olmalıdır. Pasif olursa bir şeye yaramaz. Öte yandan irade, aslında daha çok bizi bir şey yapmaya iten güçtür aslında. Karar almaya, aldığımız kararı uygulamaya, yaşamımızda çözümler bulmaya götürür bizi. İradesi oluşmamış, gelişmemiş, kimi zaman da elinden alınmış kişi, yaşamını yönetemez. Bağımlıdır, birilerine muhtaçtır.
Çocuğa bakalım şimdi. Konuşmak irade gerektirir. Yürümek irade gerektirir. Yapmak, herhangi bir edimde bulunmak, irade gerektirir. Ama “otizm” teşhisi konmuş çocuklarda başta konuşma olmak üzere bu irade yoktur. Kendi dünyasında, aslında o dünyadan şikayeti de olmadan yaşamaya devam eder. Ona bakan, ihtiyaçlarını karşılayan birileri vardır, o da bu kişileri (başta anne babayı) kullanarak yaşamını sürdürür.
Pasiftir. Ama irade yine de vardır orada. Pasif kalmak için vardır irade. Kullanmak için vardır irade. Muhtaçtır. Muhtaçlıkla yürütür yaşamını.
Anne muhtaç kılar çocuğu önce kendine. Kendisine muhtaç kıldığı çocuk annenin varlığını doldurur. Bundan önce ihmal de vardır çoğu kez. Örneğin televizyon karşısında bırakılan çocuk ihmalin en büyüğünü yaşar. Pasiflik orada filizlenir zaten. Sonraki süreçte bazen suçluluk duygusu ve vicdan ile bu ihmali telafi etmeye çalışır ebeveyn. Bu sefer de muhtaç kılar çocuğu kendisine. Sonra çocuk bu muhtaç olma ilişkisini daha ileri noktaya taşır, anneyi muhtaç kılar kendisine. İki muhtaç, o pasif iradeye mahkum bir şekilde bir döngünün içinde kaybolur.
Otizmi kırabilir miyiz peki?
Çocuk büyümeden uyanırsak evet. O pasif iradeyi kırabilirsek, otizm denen şeyi de kırabiliriz. Bunun için konuşma terapisi, diğer terapiler, eğer ebeveyn-çocuk (anne-çocuk) ilişkisindeki bu karşılıklı muhtaç olma durumunu kıramazsanız hiçbir işe yaramaz.
Görüştüğüm ailelerden biriyle çalışırken, ilk gün anneyle neredeyse üç saat konuştuğumda, anne şaşırmış, biraz da tepkiyle neden benimle böyle uzun konuşuyorsunuz diye sormuştu. Üçüncü gün, neden benimle o kadar konuştuğunuzu anladım demişti. On gün sonunda yedi aydır süren “konuşma terapisinin” yapamadığını gerçek kılmaya başlayınca, şimdi çok daha iyi anladım neden bana da çok zaman ayırdığınızı demişti.
O pasif iradeyi daha ilk görüşmede kırmak için hamle yaptığımda (çocuk ağlıyordu ve ben de ağlamasına duygusal olarak aldırmıyor, istediğin kadar ağla diyor, bir yandan da daha yüksek sesle ağlamasını taklit ediyordum ve bu iki saate yakın sürüyordu), anne şunu dedi: Eğer şimdi babası burada olsaydı, çoktan çocuğu alıp götürmüştü, bu adam ne yapıyor, niye çocuğumuzu ağlatıyor diye… Kendisi ise , başta biraz zorlanmasına rağmen dayandı. Üçüncü gün o da ağlamasını taklit edebilecek durumdaydı. Dördüncü gün, sokakta yanından uzaklaşan, bir türlü kontrol edilemeyen çocuk, kuzu gibi yanında duruyor, elini tutuyordu
Bu yazıda çok uzatmayacağım, konuyu daha ayrıntılandırarak ele almaya devam ederim sonra…
Şimdi anne-babalar, daha çok anneler, kendinizi gözden geçirin, bu muhtaç olma ilişkisini nasıl adım adım yok edebilirsiniz, ona bakın… Yukarıda bahsettiğim belgeselde çözüme ulaşan anne-baba, kendi başlarına buldular çözümü. O pasif iradeyi kırdılar. Başkalarıyla da paylaşıyorlar buldukları çözümleri. Uzman filan değiller. İYİ Kİ DEĞİLLER. Ayberk Aksu’nun üvey annesi Naciye Torunlar da uzman değil ve mükemmelen o pasif iradeyi kırmış durumda. O da iyi ki, UZMAN DEĞİL. Peki sen uzman değil misin diye sorabilirsiniz. Bir formasyonum var, evet. Fakat bugüne kadar yaptığım, gerçekleştirdiğim, başardığım ne varsa, hiçbiri psikoloji alanındaki uzmanlık bilgisiyle alakalı değil. Kendime hiçbir zaman uzman demedim, diyemedim ayrıca. Öğreniyorum, öğrenmeye devam ediyorum, bulduklarımı da paylaşıyorum, yaptığım sadece bu.
Not: Yazının başındaki fotoğraf, yazıda bahsettiğim belgeselde konu edilen Son-Rise programını bulan ailenin fotoğrafı. Oğulları üniversiteden mezun oluyor.
Sayfamızı Paylaşın
|
Sayfa Yorumları
Yorum Bırakın