PASİF İRADE: Otizmin Çekirdeği -4

2016-05-26 / psikoloji /   / 0 Yorum /

 

Erken yaşta “Otizm” denen şeyi nasıl yeneriz?

Göz kontağı kur(a)mama galiba çağımızın sorunu. Profesyonel görüşmelerimde sürekli karşılaşıyorum, özel hayatımda da sohbet ederken bakıyorum, insanlar birbirleriyle şöyle sahici bir göz teması yaşamıyorlar. Bu, duygu dünyalarının zayıf düşmesi, duygularına yabancılaşmalarıyla da alakalı.

Neden buradan girdim konuya? Buradan girdim zira otizm teşhisi konmuş çocukların anneleri-babaları kendi duygularına yabancılaşma içindeler. Çoğu zaman karı-koca ilişkilerinde de o duygu bağı, ya zayıf ya da kaybolmuş. Bu bağın olup olmaması bir yana, çoğu zaman şiddetli uyumsuzluk içinde de olabiliyorlar.

Uyumsuzluk demek, çocuğa çelişkili mesajların ulaşması demek, uyumsuzluk demek, çocuğa belirsizlikle yüklü bir aile ortamı sunmak demek. Çözüm için harekete geçildiğinde ise, uyumsuzluk, çocuğa yönelik uygulamaların tutarlı olmaması, dolayısıyla da sonuca ulaşılamaması demek. Otizm dedikleri şeyde arzu edilen sonuca ulaşılamaması çoğu zaman anne-babanın uzmanlar tarafından bu anlamda hiç değerlendirilmemesiyle alakalı. Tabii bundan önce uzman denenlerin uyguladıkları yöntemlerin çoğunun zaten işe yaramayan şeyler olduğunu bilhassa vurgulamak lazım.

İletişim Zemini ve Çerçevesi

Göz teması bu meselenin çok önemli kısmı. Uzman denenlerin de zaten ilk baktıkları, göz temasının olup olmadığı. Fakat neden çocuk göz teması kurmuyor diye sorsanız verecekleri bir cevap yok. Genetik filan diye atmasyon serbest ama.

Benim gördüğüm, süreç şöyle işliyor: Serseri mayın gibi çocuk. Gelişimini gerçekleştireceği belli bir zemin yok. Çerçeve hiç yok. Salınıyor, savruluyor. Fakat donuklaştığı, içe kapandığı anlarla da ilerliyor bu süreç aynı zamanda. Bağ kurulmamışsa, ihmal mevcutsa, içe kapanma da donuklaşma da doğal bir sonuç. Bu durumu, öğrenilmiş çaresizlik denen duruma da benzetiyorum biraz.

 Bilenler vardır, ama özetle öğrenilmiş çaresizliğin ne olduğunu yazayım: Kafese konan hayvana belli aralıklarla elektrik veriliyor. Hayvan can havliyle kaçmaya çalışıyor ama nafile. Deniyor, kaçamıyor, kafes kapalı çünkü. Sonunda çaresizce kıvrılıyor ve hareket etmeyip kaderine razı oluyor. Sonra kafesin kapısını açıyorsunuz, tekrar elektrik veriyorsunuz.Yine yerinden kıpırdamıyor. Çaresizliğe gömülmüş bir şekilde öylece durmaya devam ediyor.

Pasif irade içine düşmüş olduğunu söylediğim bu çocuklar da, bu duruma kayıveriyorlar kimi zaman. Biraz ilerliyorsunuz, bir faaliyet oluşturuyorsunuz, bir iletişim oluşmaya başlıyor, aa bir de bakıyorsunuz, çocuk kaybolup gitmiş.

Yemek yemesiyle ilgili de ebeveynlerden sıkça duyduğum benzer bir durum var. Bu çocukların birçoğuna ileri yaşlara kadar yemek yediriyor anne, baba, büyükanne, büyükbaba… Bunu değiştirmeleri gerektiğini, aile sofrasında kendi yemeğini kendisinin yemesi gerektiğini, yemezse aç kalmasını ve sofraya oturup yiyene kadar bir şey verilmemesini söylediğimde, itiraz hemen her zaman şu oluyor: “ama acıktığını bilmiyor, iki gün aç kalsa da oturmuyor”. İki günü bırakın bir gün kararlı duran ebeveyn var mıdır, hiç sanmıyorum. Ama diyelim ki hakikaten acıktığını hissetmiyor, ya da direniyor sofraya oturmaya. Yanında iştahla kayıtsız kalamayacağı şekilde sevdiği bir yiyeceği yeyin, bakalım istemeden duracak mı? O sevdiği şeyi uzatın ama vermeyin, bakalım yine kayıtsız kalacak mı? Uzattığınızda ve artık iyice açıkmış da olduğunda, kuzu kuzu gelecektir sofraya ve yiyecektir yemeğini.

Bir önceki paragrafta değindiğim farklı zamanlarda donuklaştığında ise, o duruma seyirci kalmamanız lazım. Hemen uyarıp, yaptığınız şeye devam etmeniz, devam etmesini sağlamanız lazım.

İşte erken yaşta bunları yapmak, öğrenilmiş çaresizlik benzeri bir durumun oluşmadan önüne geçilmesi açısından büyük önem taşıyor. O pasif irade kemikleştikten sonra, çocuğu oradan çıkarmak zor, çok zor.

İletişim zemini, alışveriş zeminidir aynı zamanda. Bu çocukların dilin bu işlevsel yanını tecrübe edemediklerini görüyorum. Temas varsa iletişim var, temas varsa alışveriş var. Temas için de çerçeve lazım. Dar alanda başlayın iletişime. Çoğaltmayın kelimeleri, cümleleri. Çok basit bir topu yakalamak, atmak, getirmek -biraz köpek terbiyesi gibi oldu bunları söyleyince ama küçümsemeyin-, ve bu basit eylemleri söylemek, bir basit çerçevedir örneğin.

Ebeveynler, ayarı kaçırıyorlar. Hiç konuşmanın olmadığı ortamlar olduğu gibi, peş peşe cümlelerin uçuştuğu kalabalık ifadeler de var. Yıllar önce ilk yardımcı olduğum çocuklardan biri üç buçuk yaşındaydı ve okumayı sökmüştü. Tahtaya ne yazsam okuyordu. Ama konuşmuyordu. Otizm etiketini yapıştırmışlardı bir seansta. Anaokuluna gidiyordu ve ailenin yanı sıra anaokulundaki eğitmene de tek bir şey söyledim: istediği şeyi vermeyin, yapmayın. Söylemesini talep edin. İki ay sonra konuşma başlamıştı. Şimdi lise sona geçti. Evde konuşma çok azdı bu ailede. İhmal altındaydı yani çocuk.

Yeri gelmişken, şu önemli noktayı da vurgulayayım: bu çocukların anne-babalarında çoğu zaman tuhaf bir hırs da görüyorum. Zihinsel gelişime bazen bilinçsizce yükleniyorlar. Okumayı üç buçuk yaşında sökmüş olan çocuğun anne-babası daha çocuk bir haftalıkken kavga boyutunda tartışmışlardı. Tartışlıkları konu da neydi biliyor musunuz: birisi çocuk Boğaziçi Üniv’de okuyacak diyormuş, diğeri ODTÜ’de.

Otizm teşhisini koydukları çocukların bir kısmının bazı zihinsel becerilerde iyi olmasının bir nedeni de bu anne-baba hırsı ve yönlendirmesi olabilir. Diğer nedeni de, duygusal ve sosyal beceriler gelişmeyince, çocuğun tüm enerjisi o zihinsel beceriye yönelebiliyor.

Seçilen oyuncaklar ve gelişimsel araçlar da hep çocuğun yaşının üzerinde şeyler olabiliyor.

Basit olanı seçin

Çocuk yaşına uygun olan şeyleri yapmalı. Basit olana bakın önce. Yemek yemiyor ama harfleri öğreniyor. Yanlış tabii. Belki okula gidemeyecek ama üç yaşında harfleri öğrenmiş. Yanlış kere yanlış.

İletişlimde basit bir zemin, basit bir çerçeve oluşturun. Hiç kelime söyleyemeyen çocukla uzun cümleler kurarak konuşmayın. Tek işlevsel kelimeleri seçin. Eylem kelimelerini. Örneğin, su içmek, bardağı almak, bardak ve su, eylem kelimeleridir. Bu temelden başlayın ve bu olmadan öteye gitmeye kalkışmayın.

Size bakması için yanaklarını iki elinizle tutup sabitleyebilirsiniz, çenesine dokunup başını yukarıya kaldırabilirsiniz. Kelimelerle başlarsınız, yavaş yavaş iki kelimeye, üç kelimeye geçersiniz. Acele etmeyin. Sabırsız olmayın.

Püf noktası “işlevsel” dile odaklanmada yatıyor. Konuşma terapisi adı altında yapılanlar işe yaramıyor, ya da çok sınırlı fayda oluşuyor. Çünkü, kartlarla filan yürütülen çalışma dilin yaşam içindeki işlevselliğine yönelmiyor. Mekanik bir şeye dönüşüyor öte yandan. Pasif irade öylece duruyor orada.

Kapı kelimesini resimle, ya da odadaki kapıyı gösterek öğretebilir, ezberletebilirsiniz. Ama kapıyı aç demedikçe bir anlam kazanmaz. Kapıyı aç demesi için, o edim içinde öğretmelisiniz. O edime zorunlu kıldığınızda, ihtiyaç öne çıktığında dil de gelmek zorunda.

Adım adım bu çerçeveyi yaratırsanız, hiç endişelenmeyin, sonuç alırsınız.

Burada keseyim…  devam edeceğim...

 

Sayfamızı Paylaşın


Sayfa Yorumları

Yorum Bırakın